Dinlediğim, gitmeyi isteyip fırsatını yakalayamadığım güzel yurt köşelerinden biriydi Bozcada. Geçen sene ilki yapılan Yarış Takvimi koşularına iş yoğunluğu sebebiyle gidememiştik. Bu sene kısa bir aktif aile tatili olarak planladık ve gitmeyi başardık. Cumadan Pazara kısa, biraz yorucu ama dolu dolu ve ailenin her bireyi için çok keyifli bir seyahat oldu.

Bozcaada (antik Tenedos) Truva efsanesinde Atinalarin atı bırakıp kandırmaca için çekildiği çok eski bir yerleşim. Çanakkale savaşlarında İngiliz donanmasının önemli üslerinden biri. Türkiye Cumhuriyeti’nin Ege Denizi’ndeki iki büyük adasından biri. Rüzgarı bol, insanı az, butik otelleri ve bağ evleri ile alternatif tatil için yükselen bir cazibe noktası. Çoğu Türk turizm yöresi gibi doğa ve spor potansiyeli %5in altında değerlendiriliyor. 2012 New Balance 2. Bozcaada Yarı Maratonu ve 10K organizasyonu ülkemizin spor turizmi için en iyi örneklerinden biri oldu, yazının altında irdeleyeceğim.

Biz gelirken hayran hayran baktık, ayrılırken Hande kaydetti Bozcaada'nın vapurdan görünüşünü

Bozcaada hakkında özet ansiklopedik bilgilere vikipedya maddesinden ulaşabilirsiniz ve enteresan detaylar okuyacağınızdan emin olun. Vikipedya yazarı bir okurum var ise lütfen zaman ayırıp Yarış Takvimi YM ve 10K koşularını “Mayıs ortası düzenlenir” ibaresiyle eklerse Türk sporuna güzel bir hizmet etmiş olur, şimdiden teşekkürler.

12 Mayıs 2012 Cumartesi günü güzenlenen yarışın bizim için iki bölümü var: Seyehat ve koşu.

Seyahat 11 Mayıs Cuma günü, planlanandan birkaç saat geç olarak 11:00e doğru Beşiktaş – İstanbul’dan başladı. Eşim Hande ve oğlumuz Can Bek ile arabamızla yolculuk ettik. İDOnun dinamik fiyatları akıllara zarar olduğu için Yenikapı-Bandırma ve ardından 3 saat Lapseki-Çanakkale-Geyikli hattını kullanmadık. Karayolu ile İstanbul -Gelibolu, feribotla Lapseki, Çanakkale-Geyikli hattını kullandık. İstanbul-Gelibolu 4 saat, Geyikli’ye toplam 6,5 saatte geldik. Yemek molası vermedik, Lapseki vapuru kapısında ekmek arası sardalya alıp yolculukta yedik. Tek şöför ben için yorucu olan yol bittiğinde ek seferi 30 dakika ile kaçırmıştık, 90 dakika sonraki feribot için rahat rahat hazırlandık. Dönüşte rahat etmek ve adanın keyfini çıkartmak için aracımızı belediye otoparkın abırakıp bisikletlerle feribota bindik (yerinde bir uygulamaydı.) Herşeyi en azda tuttup 2 gecelik eşya aldık. Oğlumuzun kıyafet ve oyuncakları Hande ve benim toplamımızdan fazlaydı elbette. 45dakikalık seyehat arkadaşlarla ve yarış tanıdıklarıyla sohbet ederek hızlı geçti.

Arabalı vapurdan inince bisikletlerimizle hemen meydandaki kayıt standına gittik. İlçe meydanında kayıt çadırı, altında minderler olan 8-10 NB dinlenme tentesi, New Balance yarış dükkanı, anneler günü tshirtü yapabildiğiniz stand ve co-sponsor standları vardı. Hareketli müzik, spor paydasında buluşan insanlar, yeniden grdüğünüz tanıdık yüzler…

New Balance dükkanında ayakkabı ve tekstil seçkisi vardı

İnternetten start numarama bakıp aklımda tutmadığım için hangi kayıt kuyruğuna gireceğim konusunda bocaladım. Ben 500-600 kişi koşacak sanırken kayıt numaraları 1500lere kadar gidiyordu… 3 ayrı masa vardı. 10 dakika sonra Hande ve kendim için kayıt evraklarımızı NB çantaları içinde almıştım.

Anneleri unutmamaları güzeldi

;

Kayıt kuyut işlerini bitirip otelimizi aradık. Hande’nin araştırmasına göre kalacağımız Kalais Otel tepelerdeydi. Neyse ki Bozcaada ufak bir yerleşim; ilk akşam bisiklet için yanlış yoldan gitsek de otelimizin merkeze 3dakika yürüyüş mesafesinde olduğunu keşfettik. Hoş, her seferinde farklı sokaklardan inip-çıkarken evlerin, dükkanların, binaların detaylarına güzelliklerine bakarken 10 dakikadan hızlı gidemedik hiç!

Bozcada görece düz bir ada. Türkiye’nin köyü olmayan tek ilçesiymiş. Artık tatil siteleri var ama… Biz merkez dışına ailecek 2 kere çıktık, biri yarışta diğeri Pazar günü 3,5km ilerde minik bir plaja bisikletle gidip denize girmeye.

2400 yerleşik nüfus az araç demek, bisikletle gezmek için harika bir yer. Adanın öbür ucundaki meşhur Ayazma plajı bisikletle 20-30 dakika (5km) mesafede. Batı-kuzeybatı burnunda rüzgar gülleri elektrik üretiyor. Yerel bağ evleri ve şarap üreticileri, yöresel reçel markaları, sakızlı bademli kurabiyesi ünlü. Sonuncu için bu sene büyük abla Gökçeada’dan rakip marka da gelmiş. İkisini de tadıp Bozcaada Çiçek fırın kutularıyla eve döndük. Şarap tatmadım, arpa suyu koşu öncesi ve sonrası daha cazip geldi. Bol bol reçel tattık. Kahvaltıda kızılcık, karadut, havuç, nane ve domates reçellerini denedik.

Gelincik reçelinden bir kavanoz eve getirdik.

Adada pansiyonculuk ve butik/minik otelcilik yaygın. Kaldığımız otel, resepsiyonu olmayan ve sürekli görevli durmayan, yukarı ve aşağı katlarıyla 3 kat 9 oda ile gayet şirin ve yeterli. Kahvaltı için limandaki diğer işletmeleri olan restaurana indik. Yiyecek-içecek sektörü oldukça gelişmiş. İlk akşam tavernalar sokağı olarak bilinen, balık lokantalar ile kaplı ve masalarla kaplı sokakta Sandal isimli mekanda arkadaşlarımızla beraberdik. Limana bakan koyda daha klasik balık lokantaları da var. İkinci ve son akşamımızda oğlumuzun gözü dışarda, oyunda olduğu için çaybahçesinin içindeki sulu yemek lokantasını tercih ettik. Her iki akşam da Nişantaşı/Bebek kahvelerini andıran (menü ve fiyat) mekanlarda ödüllendirdik kendimizi. Merkezdeki çaybahçeleri ve çocuk oyun parkını 3 gün boyunca defalarca kullandık, rahat ve kullanışlı bulduk. Çaylar genelde lezzetli.

Nar ve Can Berk kaleyi keşfederken

Limana tepeden bakan kale mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir mekan. İç kalede bir ara ahşap gereçlerle düzenleme yapılmış ama şuan hepsi çürüyüp dağılmış. Surları ve duvarları bu kadar bakımlı bir kalede canlandırmalar yapılsa, bilgi panoları olsa keşke… Avluları çocukla gezmek için rahat, koşturabiliyorlar güvenle.

Ada halkı sıcak ve candan. Umarım dışardan göç alıp bozulmaz. Ada halkından bizim için en önemli kişi Ramazan. Onu sanayi sitesinde, ustasının demirci dükkanında tanıdım. Evden çıkarken kapının yanında unuttuğum kapsül pusetin itme kolunu beraberce dükkanda mevcutlu malzemelerden doğaçladık. İlk önce demir borudan yapmak istedik ancak mevcut malzemeleri işleyip pusete uyduramayınca 20mm plastik su borusunu inceltip şase borularına soktuk. Güvenlik pimlerini takmak üzere deldik, dirseklerle U yaptık. Sonra 5mm nervürlü demirden Aynı ebatta U yapıp plastik borunun altına elektrik bandıyla sardım. Böylelikle kolun yük altında esnemesini azalttık. Açısı ve boyutu koşmak için ideal olmasa da en azından artık itebilecektim… 2,5 saat ve toplam 5km bisiklet pedallayarak yarış öncesinde biraz koşturdum. Boşuna dememişler akılsız başın cezasını ayaklar çeker diye…

Yarış sabahı, saat kurmadığım halde her zamanki saatime yakın 06:30 da uyandım. Tertemiz hava, pırıl pırıl gökyüzü. Milletin “çok yokuş” dediği parkuru merak ediyordum, adayı biraz gezmek ve haftasonları uzun antrenman kuralıma uymak (esasında aksayan programa dönmek) istiyordum. Bisiklete atlayıp YM parkurunda pedallamaya karar verdim. Önceki günden işaret yoktu, yanıma almadığım broşürdeki krokiden aklımda kalanlarla başlangıcı buldum. 13-14.kmlerde gelen ayrım krokide bakmadığım yerleri gösterdiği için merkeze dönüp 18km’lik orta tempolu turumu tamamladım. Sonra sanayi sitesinini bulup kahvaltıdan sonra tekrar kapsülle beraber gittim. Böylece YM öncesinde toplam 28km bisiklete bindim.

Son dakika telasi

Yarışa hazırlanmanın fiziksel ve zihinsel yönleri var. Yarıştan birkaç gün önce dinlenmeye başlamalı, beslenmenizi daha dikkatl zamanlamalısınız. Sabahtan itme kolu ile uğraşınca yorgunluk bir yana, saat 12:00 gibi yemiş olmam gereken öğlen yemeğim 13:00e kaydı. Sonra hızla otele gidip kapsülü koşu arabası haline getirip kendi kıyafetimi giydim, çipimi-numaramı taktım. Yarışın saat 14:00te başlaması önceki gece yola çıkıp gelecekler için iyi. Ya bizim için? Gün ortası sıcak ve güneş demek. Ben UTMB antrenmanı için bundan şikayetçi değilim ama oğlumu korumak için yoldan aldığımız tülbenti hazırladım. Beraberce kremlenip 13:50 gibi start alanına yetiştik. Son dakika bakkaldan artık klasikleşemn 50cl kolamı alıp yudumlamaya başladım. Koşu kostümüm Asics Gel kayano 16 papuçlar, TNF kompresyon çorapları, TNF koşu şortu, Asics-AA koşu atletim ve koşu şapkamı unuttuğum için kayıtta verilen New Balance şapkası. 3 adet Garmin GPS açtım, karşılatırma yazısını yazacağım.

Biz ve kapsülümüz artik haziriz!

;

Daha kalabalık yarışlar koştum ama Bozcaada bana çok kalabalık göründü. Akın akın insanlar starta geldi, geldi, geldi… Nerdeyse koşan bütün tanıdıklar burada, selamlaşmalar, başarı dilemeler. Start çizgisinin 50-70 metre kadar gerisinde durmayı tercih ettim, kalabalığı rahatsız etmemek için. Ses anonsları bizim orda net değildi ama yine de müzik motive ediciydi.

Yarış öncesi fiziksel ve zihinsel yorulduğum için aheste başlamaya karar verdim. İlk 13km dikkatli gitmeye, özellikle 9-13.kmler arasındaki uzun yokuşlarda ekonomik koşmaya niyetliydim. Böylece yarışı tükenmeden, sonlarda kuvvetli koşmayı hedefledim. Zaman hedefi belirlemek hep zor gelmiştir. bu kadar yokuşlu parkurda daha da zordu. Can Berk ile önceki YM derecemiz Runtalya’da 1:52 idi. Daha iyisini istemeye karar verdim. Ayrıca, yarışın 2. yarısını ilk yarısından daha hızlı koşarak ilk kez “negatif split” denen olayı başarmayı da istiyordum. Tempo hesaplamakla kendimi yormadan, yavaş başlayıp vücudumun temposuna ayak uydurmaya karar verdim. Yani kervanı yolda düzecektim…

Starttan 10dakika önce tak ve önümüzdekiler

Yavaş başlayacağım için ortanın arkasında beklemeye başladım. Start saatinde bir gecikme vardı ve insanlar sürekli önden çıkış almak için çizgiye doğru sıkışıyordu. Biz olduğumuz yerde kaldık. Böylece son start alan 100kişi arasında kaldık.

14:20de start verildi. Tempo koşucuları vardı, ellerinde kocaman balonlar. 1:49 balonuna tutunamazsam 1:59u takip edeyip diyordum ama bütün balonlar start çizgisinde beraber çıkış aldılar. Yavaş yavaş ilerleyip biz de bip sesi ile başladık.

Start çizgisini çekmek üzereyiz...

Bu ne kalabalık! Doğrusu, bu ne yavaş kalabalık! Önümüzde yığılı yüzlerce iki meğer tempolarına göre değil yarış tecrübeleri, tempoya göre sıralanıldığını bilmedikleri için (veya sadece uyanık oldukları için) öndelermiş. 3-4 dakika mevcut tempoda gittik ama bu tempo benim için jogdan da düşük idi. Bozcaada’nın geliş-gidiş 2 şerit dar yolunda bu kalabalıkta kapsül ile ilerlemek zor, bir de önlere geçmem gerek. En solda başaramayınca şehir trafiğini düşünüp en sağa geçtik. Oğlan ile beraber “dadi dadii” diyerek yol almaya başladık.Neyseki 2-2,5km sonra hem daha seyrek hem de daha tempolu bir ortam başladı. Kapsül ile manvera yapmak, hızlanıp yavaşlamak ve tekrar hızlanmak fazladan yoruyor.

Organizasyonun yerleştirdiği müzik grupları motive ediciydi

3.km civarında ilk ciddi yokuşu çıkarken, yanımızda Filiz.

;

Hande bizi 3km tepesinin üstünde bir yerde bisikletle buldu, Can Berk ile konuştu, 500m sonra geri döndü (bu manevra sırasında ani durduğu için bir koşucuyla hafif çarpıştı, hala üzgünüz!)

Bu ilk 3K’lık bölümde birkaç müzik grubu vardı. Sürpriz yerlerde, caz – klasik arası repertuarlar çaldılar. Belki o sıralar progresif koştğum için, sanırım daha gürültülü müzikler olmasını istedim. Gruplar 5.kilometreden dönüp aynı yoldan geçecek 10K koşanların dönüş güzergahında da motivasyon yayacak şekilde konumlanmışlardı.

 

10K lideri ve yol açan motorize polisler geçtikten bir süre sonra tanıdık yüzler dönüşten gelmeye başladılar. Selamlaşarak devam ettik. 5K dönüş noktasından sonra tenhalaşan kıvrımlı yolda manzara, yokuşlar ve koşucular ile başbaşa kaldık.

1000e yakın koşucunun 297si YM koşmak için devam ettik.

;

YM parkuru ve eğim grafiği

Günün sonunda 994 kişinin start aldığını öğrendim. Biz Can Berk ile kendi tempomuzda koştuk. Garmin datamıza buradan bakabilirsiniz.

Parkurun yokuş etapları 5.kilometreden sonra başlıyor. Yumuşak eğimlerde gittikçe büyüyen tepeler çıkıp iniyorsunuz. Biraz yokuşta koşma alışkanlığınız varsa ve rampa yukarı nabzınızı fazla arttırmamak için yavaşlamayı, gerekirse yürümeyi unutmazsanız sizi fazla yormadan aşabiliyorsunuz bu tepeleri. Elbette Yıldız Parkı ve Belgrad ormanı koşularının bana çok faydası oldu. Yıldız Parkı’nda beraber koştuğumuz master abiler de yarış sonrasında yokuşlardan keyif aldıklarını söylediler.

Oğlumla ilk koşu yarışımı Mart 2009da koştuğumda 7-8kg idi, şimdi 15kg. Rampalarda daha fazlaymış gibi geldi, zira koşu puseti itmenin en zor yanı yokuş yukarı itmek. Dik yokuşları inerken de sizi hızlandırmaya çalıştığı için frenleme yükü üst bacaklarınızı zorluyor. Dolayısıyla sürekli bir direnç ile mücadele ettiğim, sonraki rampa çıkış veya inişini gözlemekten göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir koşu oldu. Yokuşlarda yavaşladığımda arabadan yükselen “neden yavaşladık?” sorusunu daha az duymak için de elimden geleni yaptım. Demek ki bir keyif aldığı seyir hızı var…

Kapsülü düz yolda itmek çok rahat

12-13.km rampasını atlattıktan sonra ayazma plajına dimdik hızla indik. Oğlum ilk saat boyunca okuduğu kitabı bırakmış, boyama defterini dolduruyordu. Yolun pürüzlü çakıl olması sebebiyle mutsuzdu: Durmamızı, rahat rahat boyama yapmak istediğini söylemeye başladı. 4yaşına 2 ay kalan bir çocukla inatlaşmadan çözümler, fikirler üretmeye çalıştım. 15e tırmanırken tam da tıkandığımı düşünürken New Balance tarafından yerleştirilen tabelalardan biri yardıma yetişti: tabeladaki çatalları sayması için yürüyüşe döndüm ve sonra sebzelere gülerek tekrar hızlandık.


Bu rampada arabayı 5metre iten ve tanışamadığımız master abiye de özellikle teşekkür ederim. Koşmanın en güzel anlarından biri bunlar işte. İçinizde inen moral ayağınıza yansırken tanımadığınız biri gelir ve karşılıksız olarak sevgisini, çoşkusunu paylaşır. O an için sadece 5-8metre kapsüle el vermek bana büyük bir dayanışma enerjisi verdi.
Yukarıya çıktığımızda hafif bir eğim aşağı ile hızlandık. Önümde 6 kilometreye yakın bir mesafe vardı. Sevgili Ulaş Önol’a seslendiğim 1:50 hedefinden çok uzaktım, acaba toparlayabilir miydim? “Denemekten ne çıkar, bas Caner!”


Yavaş yavaş tempoyu yükselttim. Daldığımda yavaşlıyordum. Bir buçuk saat koştuktan sonra kaslar setleşiyor ve siz zorlamazsanız normalden yavaş bir tempoya oturuyor. Hızlı koşmanın tek yolu antrenmanlarda hızlı koşmak. Ben hız çalışması yapmadım pek, ama bir şekilde koşmak için ideal hava ve ortamda, rampa direncinin kaybolmasının verdiği bir rahatlama ile oğlumla konuşarak hızlıca bir tempoya oturdum, onu korudum. Finişe yaklaştıkça hesaplamadan ve hazırlk yapılmadan zikredilen zaman hedefini tutturamayacağım kesinleşti. Ancak bu beni yarıştan düşürmedi. İlk kez son kilometreleri güçlü hissederek, ufuktaki koşucuları yakalayıp geçerek koşuyordum. Bu her yarışta moralimi bozardı. O kadar asılıp koşmuşsunuz… Son kilometre… Ayaklarınızı daha hızlı çeviremiyorsunuz… Sizden daha yaşlı, daha kilolu hatta kadın bir koşucu kendi daha az zorlayarak yanınıza yetişiyor, devam ediyor… Siz çok istiyorsunuz ama hızlanamıyorsunuz… ilk kez başıma gelmedi… Bu sefer o geçen kişi bendim. Sanırım pusetle geçtiğim için, genelde sert bakışmalara maruz kaldım. Hepimiz kendi içimizdekinin en iyisini dökmeye çalışıyoruz. 12 Mayıs günü ben tasarruflu başlayıp özellikle son çeyrekte kuvvetle atak yapmayı başarım. Umarım bunu daha iyi ve verimli devam ettirebilirim. Umarım koşan herkes bunu en az bir yarışında deneyimler…

Ve son 3 metre... Can Berk süt keyfi yapıyor

Çizgiyi geçtik. Net zaman 1:58:07

Böylece New Balance 2. Bozcaada Yarı Maratonunu 1:58:07 net süre ile bitirdik. Oğulcuk 5km kala verdiğim biberonu bitirirken içmek istediğini söylemişti. Kaymakamlık binasını geçerken yaklaştığımızı teyit ettirip dikti kafasına. Alkışlarla son düzlüğe girdiğimizde cukcuk emiyordu hala. Annemizle kucaklaştık, hemen oyun parkına gittik. Ardından deniz kenarı ve kaleye… Elbette hareket sırası ondaydı!

Yarı Maraton sonuçları buraya için tıklayın.

10K sonuçlarını için tıklayın.

Organizasyon Hakkında
Yarış Takvimi New Balance 2. Bozcaada YM ve 10K koşusu Türkiye’de şuana katıldığım en iyi İstanbul dışı yarış. (favorim İstanbul’da düzenlenen New Balance Riva YM ve 10K koşusu .) Kesinlikle bir keyif ve eğlence yarışı. Bozcaada’nın kendisi güzel. En iyi dereceniz (PB) için koşmayı düşünmeyin, bu bir yokuş yarışı. Kayıt alanı, kayıt kiti, parkurdaki müzik, tabela gibi nuanslar oldukça iyi.

2012 yarışı bence Türkiye yol koşu tarihinde önemli bir mihenk taşı. Koşucu demografisinde ciddi bir değişiklik yaptı. Yaklaşık 1000 katılımcının %40 kadın. Derecelere kabaca baktığınızda, katılmak ve keyif almak için kayıtlı büyük bir kitle görüyorsunuz. Parkur ve Bozcaada sokaklarında alışıldık koşu takımlarını/kulüplerini daha az, yeni kulüpleri ve sportif turistleri gördük. 1000 koşucu ve aileleri Bozcaada’nın konaklama kapasitesini tamamen doldurdu o haftasonu. Klasik “Ankara’dan herşeyi bekleyen” yarışma organizasyonu yerine vizyonu olan bir organizatöre gerekli sponsor ve yerel yönetim desteği verildiğinde spor turizminin hayal olmadığını ispatladı (Türkiye’de şimdilik koşu dışında bu sayılara ulaşmak kolay olmayacak..) Bu noktada Zeynel Alhan ve ekbine destek olan Belediye ve diğer Bozcaada kurumlarını da önek göstermek gerekli.

Geleceklere 3+3 Tavsiye:
Mutlaka:

1.Acı çekmemek için öncesindeki haftlarda en azından haftada 1 yokuş çıkış indiğiniz bir parkurda orta-uzun koşularınızı yapın.
2.Güneş gözlüğü, koruyucu krem ve şapka getirmeyi unutmayın.
3.Sıcakta öğlen yarışı; gün içi ve parkur beslenmenize, özellikle de sıvı alımına dikkat edin.
Sakın:
1.Yarıştan önceki gece alemi fazla abartmayın.
2.Yarışa hızlı başlayıp ilk yarıda kendinizi tüketmeyin. YM’da ana yokuş 12-13.km arası, 16ya kadar sürekli yokuş var. Son kilometrelerde de hafif rampalar sizi bekliyor.
3.Parkurdayken işler yolunda gitmezse sıkıntı etmeyin. Dünya hali. Nabzı normale düşürecek tempoya inin, manzaranın keyfini çıkartın.

İç Değerlendirme
Koşunun daha ilk kilometrelerinde, kalabalıktan sıyrılmaya çalışırken arkamdan birisi “Babasının egosu yüzünden çocuk eziyet çekiyor” diye seslenmişti. Ben yanından geçip 4-5 metre ilerledikten sonra… Bu cümleye durup cevap vermenin bir anlamı yoktu. Ama hem koşarken hem bu yazıyı yazana kadar kendimi sorguladım. Dışardan öyle mi görünyor? Gerçekten neden koşuyorum oğlumu iterek? Başkalarına ispat için mi?

Kapsülü almaya eşimle beraber karar verdiğimizde bebeğimizin doğmasına 3 ay vardı. Seçtik, getirmenin yollarını araştırdık, oğlumuz 4 aylıkken edindik. “Küçük insan”dan önceki yaşam düzenimizi, alışkanlıklarımızı, hobilerimizi devam ettirebilmek için bisiklete takılabilen/koşu puseti olabilen bu kapsülü edindik. Böylece hamilelik döneminde kesintiye uğrayan eşimle doğa aktivitelerimize hep beraber döndük. Oğlumuzu koruyan, rahat etiren önlemleri alarak. Koşma alışkanlığımın kapsülü edindikten sonra başladığını yazmıştım. Yarışlar da aktif tatiller olarak başladı. Ben yarışları daha ciddiye alınca, 2 saat altında koşabildiğim koşulara hava ve sağlık durumu müsaitse pusetle beraber çıktık. Böylece koşu keyfini yaşarken eşime eziyet etmiyordum.

Ya oğlum? Arabasına zorla degil hep keyifle bindi, oyuncakları, kitapları ve ara öğünleri yanındaydı. Gerektirdiğinde durup oyuncaklarına uzanmasına, biberonunu açmasına yardım ettim yarış zamanını düşünmeden. Güneş ve yağmurdan koruyacak modifikasyonlar yaptık. Yıldız koşularımızda defalarca antrenmanı ortasında bırakıp çimenlerde yuvarlandık. Ya da bazı günler gelmek istemediği için çıkmadık veya yanlız çıktım. Büyüdükçe çevremizle konuştuk, çevremizi konuştuk. Artık yarışa gittiğimi veya gideceğimi duyunca “mavi arabasına oturup gelmek” istiyor… Koşmak, ego ile alakalı olmalı ve mutlaka ben de egomu tatmin ediyorum. Ama oğlumla koşmuk olmak için koşmuyorum. Onunla koşmak elbette mutluluk veriyor, ama ego tatmini için yapmıyorum. Hayatımızı bu şekilde paylaşıyoruz… Yılda birkaç kere de kamp yapıyoruz. Bu deneyimler ona da bize de çok şey öğretiyor, herşeyden önce beraber paylaşmayı. Bu tecrübeyi çevremizdeki bazı ailelerle beraber yaşıyoruz. Denk gelebildiğimizde, rekabet etmeden. Bu kapsüllü icat edenin bunu hayal ettiğine inanıyorum.

Ego ve koşu-spor egom başka bir yazının konusu olur.

Share This